19 Ekim 2011 Çarşamba

Teröre Lanet, Şehitlerimize Veda..


Türkiye, coğrafi konumu nedeni ile önemli bir bölgede bulunuyor. Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile Türkiye cazibe merkezi durumundadır. Son dönemlerde ekonomisinin düzelmesi ve bölgedeki etkisinin arttırması Ortadoğu'daki dengeleride değiştirecektir. Türkiye' nin bu konumundan rahatsız olan ve topraklarımızda gözü olan bazı ülkeler, hain planları için terör örgütünü maşa gibi kullanmaktadırlar. Bu terör örgütü yıllardır Türkiye'nin başına bela olmuş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu' nun kalkınmasını sağlayacak milyarlarca dolar paranın, emeğin, insan gücünün ve bölge insanının umutlarının heba edilmesine yol açmıştır. Şimdilerde, çeşitli güçler (ülkeler) için taşeronluk ve maşalık yapan bu hain terör örgütü, bugün Hakkari' nin Çukurca ilçesinde düzenlediği hain saldırılarla 26 tane genç fidanımızı, vatan evladımızı şehit etmiştir. Bu hainleri ve hain saldırıyı lanetliyor, aziz şehitlerimize Allah'tan rahmet, yüreği yanmış ailelerine ve milletimize de baş sağlığı diliyorum.

Devletimizin bu hain saldırıların hesabını soracağına inanıyoruz.

16 Ekim 2011 Pazar

Okullardaki Kıyafet İkilemi..


Milli Eğitim Bakanlığı, okullardaki kıyafet yönetmeliğini esnetti ve çok da iyi etti. İlköğretimde tektip, sıkıcı, çocukların ufkunu kapatan önlükler tarihe karıştı. Ortaoğretimlerde kravat tarihe karıştı, öğrencilerin yakası göbeğine kadar açık, sarkık gravatlı o kötü görüntüleri tarihe karıştı. Bayan öğretmenler, isterlerse etek, isterlerse pantalon giyebiliyorlar. Onlarda kıyafet konusunda rahatlığa kavuşmuş durumda. Öğrencilerin ve bayan öğretmenlerin kıyafet konusunda esnek ve rahat giyinebilmelerine karşı, erkek öğretmenler için birşey yapılmadı. En büyük sıkıntıyı şu an onlar çekiyor. Takım elbise ve boğazına kadar sıkılmış kravat ile derslere giriyor. Bakanlıktan en büyük isteğim şu kravat zorunluluğunun erkek öğretmenler için de kaldırılması. Tamam, isteyen yine kravat taksın ama zorunlu olmasın. İsteyen çeket ve pantalonun içine triko, yakalı kazak, gömlek, balıkçı yaka kazak giyebilsin. Kot olmayan, keten pantalonlar giyilebilsin. Dünya teknolojide yarışırken biz, hala kılık kıyafet takıntısını üzerimizden atamadık. İnsanın kendisini rahat hissetmesi yaptığı işe de olumlu yansıyacaktır.

Kıyafet konusunda mağdur olan biz erkek öğretmenler çözüm bekliyoruz.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Eğitimde Seviye Sınıfları Olmalı mı?



Bu başlığı okuyan ve birşeyler bildiğini zanneden bazı eski tüfek eğitimciler, “Hayır Olmamalı, tembel çocukta, normal seviyedeki çocukta, çalışkan çocukta bir sınıfta eğitim görmelidir” diyecektir. Bu söylediğinin ve bildiğinin bilimsel olduğunu zannedip ahkam kesmeye devam edecektir. Yok böyle bir şey.

Evet okullarda seviye sınıfları olmalıdır. Peki neden seviye sınıfları olmalıdır?
Çoklu Zekâ Kuramı denen bir kavram vardır. Çoklu Zeka Kuramı, ilk olarak 1983 yılında Howard Gandner’ın Frames of Mind adlı kitabında açıklamasıyla ortaya çıkmıştır. Çoklu Zeka Kuramı'na göre, insanlar genellikle şu zeka türlerine sahiptir. (Bakınız Wikipedia)

* Sözel – Dilsel Zekâ
* Matematiksel – Mantıksal Zekâ
* Görsel – Mekansal Zekâ
* Müziksel – Ritmik Zekâ
* Bedensel – Kinestetik Zekâ
* Sosyal - Kişilerarası Zekâ
* İçsel Zekâ
* Doğasal Zekâ



Sözel – Dilsel Zekâ'ya sahip olan kimseler; Yazarlık, Gazetecilik, Şairlik, Öğretmenlik, Avukatlık, Politika gibi mesleklere yönelmektedirler.

Matematiksel – Mantıksal Zekâ' ya sahip kimseler; Bilimadamı, Ekonomist, Mühendis, Matematikçi, Bilgisayar Programcısı gibi mesleklere yöneltilmektedirler.

Görsel – Mekansal Zekâ' ya sahip kimseler; Ressam, Mimar, Tasarımcı, Dekaratör, Fotoğrafçılık mesleklerine ilgi duymaktadırlar.

Müziksel – Ritmik Zekâ' ya sahip kimseler; Şarkıcı, Müzisyen, Tiyatrocu olabilmektedirler.

Bedensel – Kinestetik Zekâ'ya sahip kimseler; Atlet, Aktör, Dansçı, Pandomim Ustası, Cerrah olmaktadırlar.

Sosyal - Kişilerarası Zekâ'ya sahip kimseler; Öğretmen, Psikolog, Doktor, Politikacı, İşadamı olabilmektedirler.

İçsel Zekâ' ya sahip kimseler; Sanatçı, Psikolog, Sosyal Hizmet Uzmanı olabilmektedirler.

Doğasal Zekâ' ya sahip kimseler; Ziraat Mühendisi, Arkeolog, Biyolog, Zoolog, Çevre Mühendisi, Kimyager olabilmektedirler.

Şimdi siz çok farklı zeka türlerine sahip çocukları karman çorman yapıp, hepsini bir sınıfa doldurursanız saçma sapan bir iş yapmış olursunuz. Bedensel zekaya sahip sporcu adayı, Matematik dersinden başarılı olamayacaktır. Matematiksel zekaya sahip, bilim adayı bir genci müzik dersine sokarsanız, o da başarılı olamayacaktır.

Avrupa ülkelerinde okul öncesi eğitim çok önemlidir ve bir çok Avrupa ülkesinde zorunludur. Öğrenciler daha küçük yaşlarda, Çoklu Zeka Kuramı'na göre ilgileri ve başarılı oldukları konular tespit edilmekte, ilköğretim okullarına başlayınca, öğrencilerin yönelimleri başarılı bir şekilde yapılmaktadır.
Türkiye'de maalesef, çok farklı zekalara, ilgilere ve yeteneklere sahip çocuklar bir arada aynı sınıflarda eğitim görmektedir. Ondan sonra yetkililer soruyor? ; “LYS'de neden bu kadar öğrenci sıfır puan aldı, Üniversite sınavında neden bu kadar öğrenci başarısız oldu” diye.

Eğitim sistemimiz, özellikle de ilköğretim seviyesindeki ve okul öncesi eğitim yeniden ele alınmalı ve bu konuda çalışmalar yapılmalıdır. Bu çalışmalara velilerde dahil edilmeli, çocuğunun potansiyelini, yeteneklerini ve kabiliyetlerini önceden bilmeli, çocuk anne babasının istediği okulu ve mesleği değil, kendi istediği mesleği seçmelidir.

Seviye sınıfları yapılırken, akademik potansiyeli olan çocuklar bir sınıfa, sporcu, müzisyen, v.b potansiyelleri olan çocuklar başka sınıflara alınmalıdır. Bazen aynı zeka türüne sahip çocuklar bir sınıfta olsalar bile seviye farkından veya çocukların ders çalışmamasından dolayı başarısız olunabilmektedir. Bu tür çocuklar, başarı gösterdikleri sürece üst seviye sınıflarında tutulmalı, başarısı düştükçe alt sınıflara kaydırılmalıdır. Bu, kendi içinde hem ödül hem de ceza içeren bir sistemdir. Alt seviye sınıflarındaki çocuklarda başarı gösterdikleri sürece, üst seviye sınıflarına kaydırılabilirler. Böylece, başarıyı tetikleyen dinamik bir sistem ortaya çıkmış olur.

Seviye sınıfları sisteminde ortaya çıkabilecek olası problemlerin başında velilerin itirazları ve öğretmenlerin başarısız sınıflara derse girmek istememeleri gelebilecektir. Tüm öğretmenler başarılı sınıflara derse girmek isteyecektir. Ama burada asıl olan, zaten başarılı çocukları kazanmak değil (onlar zaten belli bir düzene girmişlerdir), başarısız olanları kazanmak ve onları üst seviyelere yaklaştırmaktır. Bence asıl öğretmenlik te budur. Başarılı olan bir öğrenciyi okutmak zaten kolaydır. Asıl zor olan diğeridir.

Dershaneler ve Özel okullar, seviye sınıflarını sistemini yıllardır uygulamakta ve oldukça da başarılı olmaktadırlar. Dershaneye kayıt olan bir çok öğrenci, önce bir seviye sınavından geçirilip, sınıflar oluşturulmaktadır. Örneğin A1, A2, A3 v.b gibi. Eğitim başladıktan sonra alt seviyelerdeki çocuklara ek dersler ve takviye eğitimler verilerek diğerlerinin seviyesine yükseltilmesi sağlanmaktadır. Üst sınıflarda başarısı düşen öğrenciler alt kategorilere indirilip, takviye eğitim alarak tekrar üst sınıflara çıkabilmektedir.

Seviye sınıflarına karşı çıkanların, kendilerini en fazla aldattıkları konu, neymiş efendim tembel çocukla çalışkan çocuk aynı sınıfta olursa, tembel çocuk diğerinden etkilenip derslerine daha fazla çalışırmış, başarısı yükselirmiş. Yok böyle Bir şey..Bunu adı züğürt tesellisidir. Aksine bir müddet sonra başarılı çocuklarda, diğerlerinden etkilenmekte ve sınıfın başarısı genel olarak düşmektedir. Bunu hangi öğretmene sorarsanız sorun bu böyledir. Hem derse giren bir fizik öğretmeni dersi kime göre anlatacaktır. Seviyeyi nasıl ayarlayacaktır. Hem madem, Milli Eğitim Bakanlığı' da dahil bazı kimseler seviye sınıflarına karşı çıkıyor, o zaman Fen Liseleri, Anadolu Liseleri, Düz liseler (şimdi onlarda Anadolu oldu..) ve meslek liselerini niye açılıyor. Bakanlık seviye sınıfları değil, seviye okulları açmış olmuyor mu? Sınıfa karşı çıkarken, seviyelendirme işlemini okul seviyesinde yapmıyor mu?. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu değil midir?

Evet seviye okulları olduğu gibi, seviye sınıfları da olmalıdır. Başarısı düşük sınıflara mesleğini seven, idealist, öğrencileri kazanmayı hedef kabul etmiş, onlara rehberlik edecek öğretmenler gönüllü, olarak girmeli ve oradaki öğrencileri özel çaba ve gayretlerle topluma kazandırmalı, ek derslerle, takviye eğitimler ile onların da başarıyı yakalamasını sağlamalıdır. Daha sonra zeka türüne göre, hangi alana gitmek istiyorsa o alana yönlendirilmelidir. Hatta bu yönlendirme, ilköğretimden, orta öğretime geçilirken yapılırsa daha verimli olur. Bu konuda bakanlık, Spor Liseleri, Güzel Sanatlar Liseleri, Ses, Müzik ve Görsel Sanatlar alanlarında liseler açabilir.

15 milyona yakın ilk ve orta öğretimde okuyan gencimiz var iken, niye bunlar arasında Yaşar Doğu gibi bir dünya şampiyonu güreşçi çıkmasın, niye Usain Bolt gibi dünya şampiyonu bir atlet çıkmasın, niye Davit Beckham gibi dünya çapında bir futbolcu çıkmasın, niye Bethoven gibi Mozart gibi günya çapında müzisyenler çıkmasın.

Talim Tarbiye Kurulu bu tür çalışmaları yaparsa, gençlik hem sevdiği mesleği yapacaktır, hem de okuluna severek gidecektir.
 

1 Ekim 2011 Cumartesi

Nasıl Bir Gençlik?


Genç nüfusumuz en büyük zenginliğimiz. Genç nüfusumuzun sayısı bir çok Avrupa ülkesinin  nüfusundan fazla.  Gençlerimizi iyi eğitebilir ve donanımlı bir şekilde yetiştirebilirsek, ülkenin geleceğini de güven altına almış oluruz. Peki bu gençlik nasıl özelliklere sahip olmalı ;

* Ülkesinin ve milletinin menfaatlerini kendi menfaatlerinden önde tutan bir gençlik,
* Büyüklerini sayan ve saygı gösteren, küçüklerini seven ve koruyan bir gençlik,
* Özgür düşünen, hür irade sahibi olan bir gençlik,
* Milli ve manevi değerlerine bağlı, her türlü düşünce ve görüşe saygılı bir gençlik,
* İnsanlara ve diğer canlılara merhamet gösteren, şefkat sahibi bir gençlik,
* Okuyan, düşünen, tartışan ve üreten bir gençlik,
* Çevresindeki herkes ile diyalog kurabilen, hoşgörülü ve tolerans sahibi bir gençlik,
* Anne ve Babasına saygıda kusur etmeyen, onları varlık sebebi sayıp,  gözeten bir gençlik,
* Sağlığına dikkat eden, çeşitli spor dallarında faaliyet gösteren bir gençlik,
* Kültür değerlerine sahip çıkan ve bu değerlerin yaşatılmasına katkı sağlayan bir gençlik,
* Çalışan, araştıran, sorgulayan ve projeler üreten bir gençlik,
* Tarihini doğru bilen, geleceğe güvenle bakan bir gençlik,
* Bilişim ve teknolojiyi yakından takip eden ve teknolojik araç ve gereci kullanabilen bir gençlik,
* Devletin malını ve mülkünü koruyan, sahip çıkan bir gençlik,
* Yoksulu ve düşkünü gözeten ve koruyan bir gençlik.

Bu özellikler daha fazla çoğaltılabilir. Burada önemli olan şudur. Eğitim ve Öğretim sistemi bu özelliklere sahip bir gençlik yetiştirmekte midir? Mevcut eğitim sistemi nasıl bir gençlik yetiştirmektedir. Bu konuda yorumu sizlere bırakıyorum..

18 Eylül 2011 Pazar

Ahilik İlkeleri ve Mesleki Eğitim

Mesleki Eğitimin temelinde, Osmanlı İmparatorluğu'nda kurulmuş olan Ahilik Teşkilatı' nın temeli olduğu kabul edilir. Her yıl, meslek okulları tarafından Ahilik Haftası kutlanır. Temsili Şed kuşanma törenleri yapılır. Bu yıl Ahilik Haftası kutlamaları Eylül ayına çekildi.

Mesleki eğitimin temeli olan Ahilik teşkilatının, herkesin bilmesi gereken Ahilik ilkeleri var. Bu ilkelerden bazılarını aşağıya aldım. Gerçekten çok güzel ilkeler. Keşke herkes bunlara uyabilse..

- İyi huylu ve güzel ahlâklı olmak,
- İşinde ve hayatında, kin, çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak,
- Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak,
- Gözü, gönlü ve kalbi tok olmak,
- Şevkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak,
- Cömertlik, ikram ve kerem sahibi olmak,
- Küçüklere sevgi, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak,
- Alçakgönüllü olmak, büyüklük ve gururdan kaçınmak,
- Ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek,
- Hataları yüze vurmamak,
- Dost ve arkadaşlara tatlı sözlü, samimi, güleryüzle ve güvenilir olmak,
- Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek,
- Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek,
- Yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak,
- Hakka, hukuka, hak ölçüsüne riayet etmek,
- İnsanların işlerini içten, gönülden ve güleryüzle yapmak,
- Daima iyi komşulukta bulunmak, komşunun eza ve cahilliğine sabretmek,
- Yaradandan dolayı yaratılanları hoş görmek,
- Hata ve kusurları daima kendi nefsinde aramak,
- İyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak,
- Fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak,
- Zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak,
- Allah için sevmek, Allah için nefret etmek,
- Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak,
- Emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek,
- Açıkta ve gizlide Allah'ın emir ve yasaklarına uymak,
- Kötü söz ve hareketlerden sakınmak,
- İçi, dışı, özü, sözü bir olmak,
- Hakkı korumak, hakka riayetle haksızlığı önlemek,
- Kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek,
- Belâ ve kötülüklere sabır ve tahammüllü olmak,
- Müslümanlara lütufkâr ve hoş sözlü olmak,
- Düşmana düşmanın silahıyla karşılık vermek,
- İnanç ve ibadetlerinde samimi olmak,
- Fani dünyaya ait şeylerle öğünmemek, böbürlenmemek,
- Yapılan iyilik ve hayırda hakkın hoşnutluğundan başka bir şey gözetmemek,
- Âlimlerle dost olup dostlara danışmak,
- Her zaman heryerde yalnız Allah'a güvenmek
- Örf, adet ve törelere uymak,
- Sır tutmak, sırları açığa vurmamak,
- Aza kanaat, çoğa şükür ederek dağıtmak,
- Feragat ve fedekarlığı daima kendi nefsinden yapmak

17 Eylül 2011 Cumartesi

MEB ve Revizyon.

Milli Eğitim Bakanlığı, bütçesi ve personel sayısı ile bakanlıklar arasında en fazla bütçeye ve en fazla personele sahip bir bakanlık. Bir çok Genel Müdürlük ve birimlere sahip bir yapıdan oluşuyor. Yapısının çok büyük olması, hantal bir yapının ortaya çıkmasına ve yapılacak bir çok işin gecikmesine yol açıyordu. Bir çok Genel Müdürlüğün birleşip sayılarının azaltılması, çok yerinde ve uygun bir karardır. Sadece Mesleki ve Teknik Eğitim ile ilgili bir çok genel müdürlük olması çok başlılığın ortaya çıkmasına yol açıyordu. Milli Eğitim Bakanlığı, benzer düzenlemeleri İl  ve İlçelerde de yapmalı, hantal yapıyı ortadan kaldırmalıdır.
Türkiye, boşa geçirecek vakti olmayan, eğitimde bir an önce yeni hamleler, yenilikler yapmak zorunda olan bir ülke. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki açığın kapatılması için daha çok çalışması gereken bir ülke Türkiye.

12 Eylül 2011 Pazartesi

Niçin Eğitim Günlüğü Yazıyorum?

Ben bir eğitimciyim. 20 yılı aşkın süredir, eğitim ve öğretimin içindeyim. 30 yılı aşkın süredir elektronik ile uğraşıyorum. Bu konuda 4 yıl özel sektörde çalıştım. Çeşitli projeler, cihazlar ve eğitim setleri ürettim. Mesleğim ve branşım ile ilgili yayınlanmış kitaplarım var.
Özel sektör tecrübem ve buradaki bilgi ve birikimi, öğretmenlik formasyonu ile birleştirip, çevreme, öğrencilerime ve öğretmen arkadaşlarıma faydalı olmaya çalışıyorum.Benim kendime , çevreme ve topluma karşı sorumluluklarım var. Eğitim ve öğretim konusunda boş durmuyorum.

Son yıllarda her konuda ileriye giden şahlanan bir Türkiye' nin ekonomide, dış politikada büyük işler başardığı gibi eğitim alanında ve özellikle de mesleki eğitim alanında şahlanmasını, büyük işler başarmasını ve gençlerin iyi bir eğitim almasını istiyor ve bunu arzuluyorum.
Almanya, İngiltere, Amerika ve Avustralya gibi yabancı ülkelere gitme ve oralarda çalışma imkanım olmasına rağmen, elimin tersi ile itip, ülkeme hizmet etmeye karar vermiş birisiyim. Bu konuda tabii ki fikirler üretmek, bunları insanlarla konuşup tartışmak, yetkililere ulaştırmak benim görevlerimden bir tanesi. Ben bu işin mutfağında çalışıyorum, bizzat uygulamanın içerisindeyim. Bu konuda söz söylemeye de hakkım olduğunu düşünüyorum.
Ülkemi, milletimi ve özelliklede gençleri çok seviyorum. İyi bir eğitim almış gençliğin Türkiye için bir ümit ve ülke kalkınması için bir lokomotif olacağını düşünüyorum. Bu sebeblerden dolayı da fikirlerimi ve düşüncelerimi özgürce paylaşıyorum. Bunlara katılabilirsiniz veya katılmayabilirsiniz. Fikirlerin çatışmasından daha iyi fikirler ortaya çıkacağını düşünüyorum. Sadece bu işi yaparken, ortalığı kırıp dökmeden, kimseyi incitmeden ve hakaret etmeden yapmaya özen göstersek bile birbirimizi daha iyi anlayabiliriz.
Bütün düşüncem ve niyetim budur. Yazdığım yazılar, daha iyi bir eğitim için ortaya attığım kendi düşüncelerimdir. Bunların altında art niyet ve başka şeyler aranmaması dileğimdir.

Saygılarımla..

11 Eylül 2011 Pazar

Fatih Projesi ve Tablet PC


Fatih Projesi (Fırsatları Artırma Teknolojiyi İyileştirme Hareketi), Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından açıklanmıştı. Bu projenin bir ayağı olarak okullara akıllı tahtalar, projeksiyon cihazları dağıtılacağı, yaklaşık 15 milyon öğrenciye ve yine yaklaşık 1 milyon öğretmene Tablet Bilgisayarlar verileceği basın aracılığı ile duyuruldu.

Proje, hem donanım ve donatım olarak hem de fiyat olarak çok büyük bir proje. Basında çıkan haberlere göre projenin maliyetinin 7,5...10 Milyar Dolar arasında olması tahmin ediliyor. Çok büyük bir meblağ. Dağıtılacak bilgisayar sayısı, neredeyse dünyada bir yılda satılan bilgisayar sayısına yakın.

Projenin Milyar dolarlar seviyesinde olması, bir çok yerli ve yabancı firmanın dikkatini çekti, projektörlerini Türkiye ve Milli Eğitim Bakanlığı üzerine çevirdiler. Bu projede yine Microsoft'un ve partnerlerinin adının ilk sıralarda yer alması, pastadan büyük pay almak için kulis faaliyetlerine başladığını göstermektedir. 7,5..10 Milyar dolar, Türkiye için çok büyük bir para. Bu paranın büyük bir bölümünün mutlaka Türkiye'de kalması, üretilecek donanımların imkanlar dahilindeki kısımlarının ülkedeki yerli, elektronik ve bilgisayar üreticileri tarafından üretilmesi sağlanmalıdır. Bu, hem Türkiye ekonomisi için bir canlanma ve hareketlenme sağlayacak, hem de istihdam artışına katkı sağlayacaktır. Ayrıca, ileride çıkabilecek, yedek parça ve teknik servis sorunları, yerli firmalar tarafından daha kısa sürede hızlı bir şekilde çözülebilecektir.

Üretilecek (dağıtılacak) tablet bilgisayarlarda, kullanılacak yazılım olarak Microsoft'a bağlı kalmamak atılacak en isabetli adımlardan birisi olacaktır. Microsoft, her ne kadar alt yapısı ve tecrübesi ile bu konularda ezici bir hakimiyet sağlasa da, alternatif işletim sistemleri ve ofis yazılımları da göz ardı edilmemelidir. Hatta ısrarla alternatif sistemlere yönelmelidir ki, ileride Türkiye, kendi bilişim alt yapısını kendi oluştursun ve bu konuda gerekli tecrübe ve alt yapıyı sahip olsun. Bu konuda bu şekilde yazmamın çeşitli sebebleri var ki bunlar ;

1-) Microsoft işletim sistemleri, virüsler konusunda çok sağlam ve güvenli değil.
2-) Dünyadaki bilgisayar virüslerinin neredeyse tamamı (az sayıdaki MacOS ve Linux virüsleri olsa da) Windows işletim sistemleri için yazılmakta ve bu sistemlere zarar vermekte.
3-) Donanım haricinde yazılıma ödenecek lisans bedeli 15-16 milyon bilgisayar için hiç te azımsanmayacak bir bedel olsa gerek. (Örneğin ; En iyi tahminlerle Microsoft, Windows için bilgisayar başına 10 dolar, Ofis içinde 20 dolar alacak olsun. Bilgisayar başına lisans bedeli 30 dolar olacaktır. 15 milyon bilgisayarla 30 doları çarparsanız, 450 milyon dolar lisans bedeli ödenecektir ki Microsoft, adı geçen yazılımları bu fiyata vermeyecektir.)
Özgür lisansla lisanslanmış Tübitak tarafından geliştirilen Pardus İşletim Sistemi gibi sistemler, Libre Office veya Open Office gibi ücretsiz ofis yazılımları tercih edilirse en az 450 milyon dolar Türkiye' nin kasasında kalacaktır. Bu paranın onda biri Türk yazılım sektörü için kullanılsa, ilerleyen yıllarda Türkiye yazılım konusunda kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılar hale gelecek ve daha güvenli sistemlere kavuşacaktır.
4-) Google tarafından geliştirlen Android işletim sistemi tablet bilgisayarlar için Windows' tan daha uygundur ve daha hızlı çalışmaktadır. Pardus Linux olmaz ise böyle bir sistem ücretsiz veya çok az bir ücretle kullanılabilir.
5-) Türkiye, okullara dağıtılacak bilgisayarlarda kullanılacak yazılım ihtiyaçlarını, çok iyi belirlemeli bu konuda genç bilgisayar mühendisleri ve yerli yazılım firmaları teşvik edilerek bilişim alt yapısı güçlendirilmelidir.
6-) Tübitak tarafından geliştirilen Pardus İşletim sistemine daha fazla destek verilerek, gelecek nesillerin kendi işletim sistemlerini kullanması ve bunun için yazılımlar üretmesi sağlanmalıdır.

Bu proje başarı ile uygulanabilirse, Bilişim konusunda Türkiye önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde Dünya ülkeleri arasında üst sıralarda yer alacaktır. Bu projenin yürütücüleri ve uygulayıcıları, ülke kaynaklarını en verimli şekilde kullanmalılar ve projenin başarılı olması için tüm alternatifleri incelemelilerdir.

Bu konuda yazmaya devam edeceğim...

14 Temmuz 2011 Perşembe

Kendini Eğitime Vakfetmek...

Belki fazla iddialı bir başlık oldu ama bana göre Türkiye' nin en büyük problemi eğitimsizlik. Bir çok okullar ve Üniversiteler açılıyor, okullaşma oranı hızla artıyor ama maalesef, eğitim problemi hala devam ediyor. Eğer bir lise veya üniversite mezunu, hala sokaklara tükürüyorsa, çöp atıyorsa, akşam vakitleri yüksek sesle müzik dinleyip insanları rahatsız ediyorsa, öğrenciler okuduğu okulların masa, sıra ve cihazlarına zarar veriyorsa, birbirlerine kaba saba ve küfürlü konuşuyorsa, nezaket ve saygı başka diyarlara göç etmiş ise, yaşlılar itilip kakılıyor ise hergün bir haber bülteninde hala töre cinayetleri, kadına şiddet haberleri baş köşeleri alıyor ise..ise..ise... bunları daha çoğaltabilir ve örnekleyebiliriz. O zaman bu ülkede eğitim problemi vardır ve devam ediyordur.

Eğitimciler, üzerlerine düşenin ne kadarını yapıyorlar? Bu da ayrı bir problemdir. Bir eğitimci kendi alanı ile ilgili güncel bilgi, kitap, dergi ve Internet' i ne kadar takip ediyor, bilişim teknolojilerini ne derece kullanıyor incelenmeli ve öz eleştiri yapılmalıdır. Öğrencileri ile ne kadar yakından ilgileniyor, onların dertleri ile dertleniyor,hüzünleri ile hüzünleniyor, neşeleri ile neşeleniyor, onları ne derece dinleyip anlıyor? Bunlar hep sorulması gereken sorulardır.

Bir eğitimci, öğretmenliği sadece ekonomik anlamda geçimini sağlayan bir meslek olarak görmemelidir. Öğretmenlik, toplumu şekillendiren ve geleceğin nesillerini yetiştiren kutsal bir meslektir, toplumsal bir sorumluluktur. Tüm öğretmenler topluma karşı sorumludurlar. İyi yetişmiş, sağlıklı ve bilimsel düşünen, araştırmacı ruha sahip, ülke ve millet menfaatlerini kendi menfaatleri üzerinde tutacak nesil yetiştirmekle sorumludurlar.

İyi bir eğitimci, kendini eğitime ve öğrencilerine vakfetmelidir. Sadece okul içinde ve okul saatlerinde değil, bu saatler dışında kalan zamanlarda da imkanlar dahilinde öğrencileri ile bir arada olmalı, onların kişisel, karakter, sosyal ve bilimsel gelişmelerine katkı sağlamalıdır. Her yönden sağlıklı nesiller yetiştirmek, sağlıklı toplum ve nihayetinde sağlıklı bir millet ve ülke yetiştirmektir.

Yaz Dönemi Kursları ve Gevşeyen Civatalar

Elginkan Vakfı, Manisa'da bir çok şirketi ve fabrikası bulunan ve eğitime çok önem veren bir vakıf. Bu amaçla, kurucularının da vasiyeti üzerine Manisa, Kocaeli ve Bolu'da birer eğitim merkezine sahip. Bu eğitim merkezleri, daha çok mesleki ve teknik eğitime yönelik kurslar, eğitimler ve seminerler vermektedir. Verilen bu eğitimler karşılığı hiç bir ücret taleb edilmemektedir. Manisa'da bulunan Ümmehan Elginkan Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezi, bu eğitim merkezlerinin ilk kurulanı. Yıl içinde genellikle sanayi ve çalışan kesime yönelik kurs ve seminerler düzenlenirken, yaz dönemi daha çok Üniversite öğrencilerine kurslar verilmektedir. Kış' ın okuldaki dersleri ile yoğun bir çalışma temposu geçiren bu gençler, yazın sıcağının verdiği rehavetle gevşeyip tatil moduna girmeleri gerekirken, bu eğitim merkezlerine gelip, kişisel gelişimlerini, bilgi ve becerilerini arttırmakta ve diğer arkadaşlarının önüne geçmektedirler. Aferin onlara... Civataları gevşetmeyip, eğitime önem verdikleri ve bilginin güç olduğunun farkına vardıkları için aferin..